Eğitimde Yapay Zeka: Pandora’nın Kutusu mu Büyük Fırsat mı?
Yapay zekanın eğitimdeki rolü gerçekten Pandora’nın kutusu mu, yoksa öğrenmeyi dönüştüren bir fırsat mı? Uluslararası Bakalorya (International Baccalaureate – IB) Genel Direktörü Heinonen'in uyarı ve önerilerini derinlemesine inceleyin.
Özge Zeytin Bildirici
11/28/20255 min oku


Yapay zekanın eğitimdeki rolü, artık yalnızca teknoloji meraklılarının değil, sınıfta her gün öğrencilerle birlikte olan öğretmenlerin de ana gündemlerinden biri. Uluslararası Bakalorya’nın (IB) Genel Direktörü Olli‑Pekka Heinonen’in The Malta Independent’e verdiği röportaj, yapay zekayı hem “Pandora’nın kutusu” hem de “mutlaka keşfedilmesi gereken bir imkân” olarak konumlandırarak bu tartışmayı çok iyi özetliyor.
Yapay zeka:
Pandora’nın kutusu mu, eğitim için fırsat mı?
Heinonen, yapay zekanın özellikle yanlış bilgi (misinformation) ve kasıtlı dezenformasyon üretme kapasitesi nedeniyle toplumsal güveni aşındıran bir Pandora’nın kutusu olduğunu vurguluyor. Buna rağmen, eğitimdeki eşitsizlikleri azaltma, öğretmenlerin iş yükünü hafifletme ve öğrenme deneyimini zenginleştirme potansiyeli nedeniyle, bu teknolojinin yasaklanmak yerine sorumlu şekilde keşfedilmesi gerektiğini savunuyor.
Onun bakış açısına göre asıl soru, “YZ devrim yaratacak mı?” değil, “Eğitimin mevcut problemlerini çözmek için YZ'yı ne kadar bilinçli kullanacağız?” sorusu. Bu çerçeve, eğitim liderlerine ve politika yapıcılara, teknolojiyi amaç değil araç olarak görmeleri gerektiğini hatırlatıyor.
IB yaklaşımı:
Yasaklamak yerine birlikte öğrenmek
Uluslararası Bakalorya’nın (IB) başında olan Heinonen, ChatGPT gibi araçların ilk çıktığı dönemde bunların tamamen yasaklanmasına karşı çıkan ilk uluslararası kurumlardan biri olduklarını belirtiyor. IB, bunun yerine, yapay zekayı öğrencilerle birlikte, sorular sorarak ve olumlu‑olumsuz yönlerini tartışarak öğrenilecek bir “araç” olarak tanımlıyor.
IB’nin sorgulama temelli (inquiry‑based) yaklaşımında asıl odak, “doğru cevabı bulmak” değil, “doğru soruyu sorabilmek” ve bilgiyi farklı kaynaklardan eleştirel biçimde değerlendirebilmek. Heinonen, yapay zekanın eğitimde yasaklanmasının, maalesef ki öğrencileri gerçekte yaşayacakları dünyaya hazır olmamalarına yol açacağı uyarısını yapıyor.
Yapay zeka eğitimin hangi sorunlarını çözebilir?
Heinonen, doğru kullanıldığında YZ’nın üç kritik alanda fark yaratabileceğini vurguluyor: erişim/eşitlik, öğretimin niteliği ve öğrenmenin kişiselleştirilmesi. Özellikle öğrenme açıklarını kapatmak, ek destek gerektiren öğrencilere bireyselleştirilmiş geri bildirim vermek ve çok dilli öğrenme ortamlarını desteklemek için güçlü araçlar sunduğunu belirtiyor.
Ayrıca, veri odaklı içgörüler sayesinde öğretmenlerin sınıf düzeyindeki eğilimleri daha hızlı görüp, müdahalelerini kanıta dayalı hale getirebileceğini ifade ediyor. Bu da eğitim sistemlerinin “sezgisel” karar verme yerine, gerçek zamanlı öğrenme verisiyle çalışan daha çevik yapılara dönüşmesini mümkün kılıyor.
Öğretmenlerin
iş yükünü
hafifletmek için YZ
Röportajda öne çıkan en somut alanlardan biri, öğretmen ve yöneticilerin iş akışları. Heinonen, YZ entegrasyonunun öncelikle burada başlaması gerektiğini, çünkü bu alanda risklerin görece düşük ama kazanımların yüksek olduğunu düşünüyor. Ders planı, ünite tasarımı, ölçme‑değerlendirme soruları üretimi ve rapor yazımı gibi zaman alan işlerin önemli kısmı, yapay zeka destekli araçlarla hızlandırılabiliyor.
Heinonen, otomatik notlandırma ve sınav değerlendirme gibi alanlarda da YZ’nın destekleyici rolünün giderek güçlendiğini, ancak insan öğretmenin nihai karar verici olması gerektiğini vurguluyor. Bu yaklaşım, YZ’yı her zaman söylediğim gibi “öğretmenin yerine geçen” değil, öğretmenin pedagojik enerjisini boşaltan “arka plandaki asistan” olarak konumlandırıyor.
“Çabasız öğrenme” yanılgısı ve
akademik dürüstlük
Heinonen’in özellikle altını çizdiği risklerden biri, “effortless learning” yani çabasız öğrenme algısı. Öğrenciler, yapay zekadan doğrudan cevap aldıklarında, kavramsal anlayış ve eleştirel düşünme gelişmeden “sonuca atlama” eğilimine girebiliyor. Bu durum sadece akademik dürüstlük açısından değil, derin öğrenmenin kendisi açısından da sorunlu.
Araştırmalar, YZ destekli içerik üretiminin intihal, kopya ve yüzeysel öğrenme riskini artırabileceğini, ancak bu riskin doğru değerlendirme tasarımlarıyla yönetilebileceğini gösteriyor. Heinonen, kapalı kitap sınavlara geri dönmek yerine, proje temelli görevler, süreç odaklı değerlendirme ve öğrencinin kendi düşünme sürecini açıklamasını gerektiren etkinliklerin önemini vurguluyor.
Öğrenciler
ve öğretmenler
YZ’ya nasıl bakıyor?
Heinonen, YZ’yı aktif olarak kullanan öğrenciler üzerinde yapılan çalışmaların, bu öğrencilerin teknolojinin sunduğu imkanlara daha olumlu baktığını ortaya koyduğunu aktarıyor. Benzer biçimde, teknolojiyi sınıfında deneyen öğretmenlerin büyük kısmı, başlangıçtaki kaygılara rağmen, zaman içinde YZ’yı pedagojik bir destek olarak görmeye başlıyor.
Ancak bu tablo eşit değil: donanım, bağlantı ve araçlara erişimi kısıtlı öğrenciler ve okullar, aynı dönüşümden eşit düzeyde faydalanamıyor. Heinonen’in “eşitlik sorusu” dediği mesele, YZ çağında dijital uçurumun yeni bir boyut kazanması riskiyle doğrudan bağlantılı.
YZ, yanlış bilgi
ve toplumsal güven krizi
Röportajın en kritik bölümlerinden biri, yapay zekanın yanlış bilgi ve dezenformasyonla ilişkisi. Heinonen, eğitimde uzun süredir “bilginin bilimsel dünya görüşüne dayanması” ilkesinin temel alındığını, ancak YZ destekli sahte içeriklerin bu zemini aşındırdığını belirtiyor. Bilginin ortak zemini kaybolduğunda, artık “aynı gerçeklikten konuşan tartışma ortamı” da zayıflıyor.
Özellikle gerçeklikten ayırt edilmesi zor hâle gelen YZ video üretimi (deepfake) ve sentetik medya, onun gözünde tam anlamıyla bir “Pandora’nın kutusu” anı. Heinonen, toplumsal dokunun güven üzerine kurulu olduğunu, güven erozyona uğradığında ise demokrasiden gündelik ilişkilere kadar her şeyin şekil değiştireceğini vurguluyor.
YZ arkadaşlar,
yalnızlık ve
gençlerin ruh sağlığı
Heinonen’in diğer önemli uyarısı, “YZ koçlar” ve “YZ arkadaşlar” etrafında şekilleniyor. Pandemi döneminde izolasyon yaşamış bir neslin, insan ilişkilerini kurmakta zorlanırken, her zaman orada olan “çok insansı” yapay zeka sohbet botlarına psikolojik bağımlılık geliştirme riskinden söz ediyor.
Bu durum, hem duygusal gelişim hem de sosyal beceriler açısından “çok zor ve çok tehlikeli” bir gelişme olarak tanımlanıyor. Uzmanlar, gençlerin YZ tabanlı sohbet araçlarını tamamen yasaklamak yerine, bunlarla kurdukları ilişkinin sınırlarını anlamalarını sağlayacak dijital vatandaşlık ve medya okuryazarlığı eğitimlerine dikkat çekiyor.
Müfredatta YZ
okuryazarlığı neden şart?
Heinonen, okulların YZ’yı sadece “bilgi bulma ve özetleme aracı” olarak değil, toplumsal işleyişi değiştiren bir güç olarak öğretmesi gerektiğini savunuyor. Öğrencilerin, yapay zekanın nasıl çalıştığını, hangi veri ve şirket yapıları üzerinde yükseldiğini, önyargıları nasıl yeniden üretebileceğini anlamaları, yeni kuşak yurttaşlık becerilerinin bir parçası haline geliyor.
Finlandiya gibi ülkeler, algoritma okuryazarlığını ve medya okuryazarlığını derslerin içine yerleştirerek bu dönüşümü çok erken yaşlardan itibaren başlatmış durumda. Heinonen’in mesajı net: YZ okuryazarlığı, klasik okuma‑yazma ve sayısal becerilerin yanında üçüncü temel okuryazarlık alanı olarak görülmeli.
Sonuç:
Maratonun ilk
kilometreleri
Heinonen, “YZ’yı eğitime entegre etme yolculuğunun daha maratonun ilk kilometrelerinde olduğunu” söylüyor. Eğitim sistemlerinin önünde, hem fırsatları değerlendirmek hem de yanlış bilgi, eşitsizlik, etik sorunlar ve toplumsal güven erozyonu gibi riskleri yönetmek açısından uzun bir yol var.
Malta’dan Finlandiya’ya, pek çok ülke, konferanslar, ulusal stratejiler ve öğretmen eğitim programlarıyla bu dönüşüme hazırlanıyor. Ancak Heinonen’in uyarısı, bu sürecin başarısının yalnızca teknolojik araçlara değil, insan merkezli, etik ve sorgulayıcı bir eğitim kültürü inşa etmeye bağlı olduğunu net biçimde ortaya koyuyor.
